Güzelizm Çağı

yazar:

kategori:

Sahi neydi güzel? Neydi güzellik? Sahip olmaktı ya da olmaktı. Selvi Boylum Al Yazmalım filmi çağımızdaki güzellik anlayışı hakkında olsaydı replik böyle olurdu herhalde.

Sahi neydi güzel?

Güzel kelimesinin kökenine baktığımızda “gözel” kelimesinden geldiğini görmekteyiz. Gözel; görmek, göz, görecelilik demektir. Yani güzeli güzel kılmak bizim elimizde ya da gözümüzde. Siz mesela, sizin sokakta güzele ne diyorsunuz?

Bir şeye güzel diyebilmek için önce çirkini tanımlamamız gerekir gibi geliyor bana. Çirkin kelimesi neler neler anlatır insana.Çirkin var olduğu sürece güzel var olur sonuçta. Çirkin oldukça güzele güzel deriz. Çirkinin varlığı, güzelliği hatırlatır bize. Çünkü insan gözü de doğa gibi zıtlık ister. Beyazı görmek, siyahla. Işığı görmek, karanlıkla. Güzeli görmek ancak çirkinin varlığıyla mümkün olur. Aksi taktirde güzel, güzel olmaz. Çünkü sıradanlaşır. Göz aynılığı ayırt etmez. Güzellik öbür kutup olan çirkini bizzat içinde taşır.

Peki güzel kavramı bu kadar göreceliyken bu kadar öznel ve bireyselken nasıl oluyor da günümüzde güzel bu kadar tek tip? Bu kadar aynı?

Günümüz güzellik anlayışlarına ya da güzele atfedilen anlamlara baktığımızda karşımıza koca bir yanılsama çıkar. Herkes güzel olmanın peşinde. Ama ne yazık ki herkesin formülü aynı: Sahip olmak.

Güzellik görmek ile ilişkiliyken günümüzde sahip olmaya doğru evriliyor. Gördüğümüzle ilgili değil, ne kadar çok şeye sahip olduğumuzla ilintili. Etiketiyle, gençliğiyle ilintili. “Şu ruju alırsam güzel olacağım, şu kıyafeti giyersem, şu parfümü sıkarsam, şu fotoğrafı çekilirsem …” Sahip oldunuz ve bingo! Artık güzelsiniz, güzel hissebilirsiniz! Bu şekilde sahip olma etiketiyle ilintili bir güzellik çoğunlukla dışarıya bağımlıdır. Güzel hissetmek sürekli dışarıdan motive olunan bir kavram olmaktadır ve tek tipleştirmektedir. Herkes bu kadar farklıyken ve bireyselken (?) güzellik kavramımızı ya da bir şeylere atfettiğimiz güzel sıfatını dışarıdan temin ettiğimiz sürece kendi özümüzü dışarıya bağımlı bir sömürge nesnesi hâline getirmek kaçınılmaz olacaktır.

Sahip olmayla kurgulanan, dışarıya bağımlı bir güzellik tanımı, kovaladıkça kaçan bir serap gibi, aniden değişiyor. Sahip olmak hep bir adım ötedekini düşünmeyi ve istemeyi gerektiriyor. Sahip olunan şeye göz zamanla alışıyor ve yeni dayatmasını arıyor. Bu kaçma ve kovalama hâli hiç bitmiyor. Sahip olunması gereken nesne hep değişiyor ama sahip olmak hep ıskalanıyor. Dolayısıyla öncelikle güzellik, biraz dinginliği ve biraz mesafeli bakmayı gerektiriyor.

Tam bu noktada güzellik tanımlarımıza biraz bakmak lazım. Serabı fark etmek için kovalamamak ve durmak lazım. Biraz mesafe koymak ve görmek lazım. Sahip olma üzerinden tanımladığımız güzelliği bir sorgulamak lazım. Her şeyin zıttıyla var olduğu bu dünyada güzeli ayırt edebilmek için önce çirkini tanımlamamız lazım. Çünkü ancak çirkini tanımladığımız zaman, güzeli fark ederiz. Güzeli sahip olma veya olmama doğrusundan çıkartıp sadece olma, durma, var olma, kendin olma hattına çekebildiğimiz zaman gerçek güzeli keşfederiz.

Ne diyor aşık Veysel, “Güzelliğin on par etmez, şu bendeki aşk olmasa” Ben bu sözü şu şekilde değiştirmek istiyorum “Güzelliğin on par etmez, şu sendeki öz olmasa”.

Şimdi tekrar soruyorum. Sahi neydi güzellik?


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir